İstanbul’un en lüks semtlerinden birinde, devasa cam cepheli, şehrin en prestijli otomobil bayisinin önünde gri bir öğleden sonrasıydı. İçerisi, pırıl pırıl parlayan milyonlarca liralık araçlarla ve jilet gibi giyinmiş satış danışmanlarıyla doluydu. Dışarıda ise hafif bir yağmur çiseliyor, asfaltı ıslatıyordu.
Otomatik kapı sessizce açıldı. İçeriye giren kişi, o steril ve zengin ortama bir tezat gibiydi. Adı Hasan’dı. Üzerinde rengi solmuş, dirsekleri aşınmış kahverengi bir ceket, başında modası yıllar önce geçmiş kasket ve ayağında tarladan yeni çıkmış gibi duran çamurlu lastik ayakkabılar vardı. Altmışlı yaşlarının sonundaydı, yüzü güneşten yanmış, elleri nasır tutmuştu.
Hasan Bey, içeri girer girmez etrafına şöyle bir baktı. Gözü, şovrumun tam ortasında duran, spot ışıklarının altında parlayan, markanın en üst segment, özel üretim simsiyah modeline takıldı. Adımlarını o yöne çevirdi. Lastik ayakkabıları, bayinin o kusursuz beyaz mermer zemininde hafif gıcırtılı ve çamurlu izler bırakıyordu.
Bayinin en hırslı ve burnu havada satış danışmanı olan Selim, elindeki tabletiyle oynarken durumu fark etti. Kaşları anında çatıldı. Yanındaki arkadaşına, “Şuna bak, güvenlik yine uyuyor. Dilenci mi ne, içeri dalmış. Ben şunu bir postalayayım,” dedi.
Selim, hızlı adımlarla Hasan Bey’in yanına gitti. Hasan Bey tam elini o muazzam aracın kaputuna koymak üzereyken, Selim sert bir ses tonuyla araya girdi:
“Hop, hop! Dayı, dur bakalım orada! Dokunma araca!”
Hasan Bey irkilerek elini çekti, sakin bir sesle, “Arabaya bakıyordum evlat,” dedi.
Selim, küçümseyici bir bakışla Hasan Bey’i baştan aşağı süzdü. “Burası müze değil, ısınma yeri hiç değil. Arabaya bakacaksan git dışarıdaki galericilere bak. Buradaki araçlar senin gibiler için değil. Hadi, yerleri kirletmeden çık dışarı.”
Hasan Bey istifini bozmadı. Gözlerini Selim’in gözlerine dikti. “Ben müşteri olamaz mıyım? Belki alacağım bu arabayı.”
Selim kahkaha atmamak için kendini zor tuttu ama sesi oldukça alaycıydı. “Amca, sen bu arabanın sadece jant kapağını bile alamazsın. Bak, beni uğraştırma. Müşteriler rahatsız oluyor. Güvenliği çağırmadan, kendi ayağınla git. Hadi!”
Bu sırada şovrumdaki diğer müşteriler ve çalışanlar da seslerin yükselmesiyle onlara dönmüştü. Ortam gerilmeye başlamış, fısıldaşmalar artmıştı. Hasan Bey, bastonuna yaslanarak dik durmaya çalıştı.
“Ben bu arabanın fiyatını öğrenmek istiyorum. Yetkili kimse onu çağır,” dedi Hasan Bey, sesi bu sefer daha gür çıkmıştı.
Selim’in sabrı taşmıştı. Adamın koluna hafifçe dokunarak kapıya yönlendirmeye çalıştı. “Ya sabır... Amca, dalga mı geçiyorsun? Bu araç 20 milyon liranın üzerinde. Senin cebinde dolmuş parası var mı? Çık dışarı diyorum sana, polisi arattırma bana!”
Selim’in bu hareketi üzerine Hasan Bey kolunu sertçe çekti. “Dokunma bana! Paranla mı korkutuyorsun beni?” diye bağırdı. Tansiyon iyice yükselmişti. Selim, güvenlik görevlisine işaret etti. İri yarı güvenlik görevlisi hızla yanlarına gelmeye başladı.
“Çıkarın beyefendiyi, zorluk çıkarıyor,” dedi Selim, sanki bir suçludan bahsediyorsa..Devamı digr sayfda..