İkizlerimiz Elif ve Emir sağlıklı doğdu. O an yaşadığım rahatlama tarif edilemezdi. Ama asıl zorluk doğumdan sonra başladı.
Sezaryen basit bir doğum şekli değildir; büyük bir ameliyattır. Haftalarca doğrulmak, eğilmek, hatta gülmek bile acı vericiydi. Buna bir de iki yeni doğmuş bebek eklenmişti. İki saatte bir beslenme, alt değiştirme, gaz çıkarma… Geceler ve gündüzler birbirine karıştı.
İlk günlerde Fuat anlayışlıydı. “Dinlen,” diyordu. Ama bu çok kısa sürdü.
Bir hafta sonra eve girip etrafa baktı. Dağınıklığı fark etti.
“Bütün gün evdesin, toparlayamadın mı?” dedi.
Bir süre sonra yemek konusu başladı.
“Yine mi hazır yemek?”
“Bütün gün ne yapıyorsun?”
Bu soru içimi parçaladı. Günlerim uykusuzluk, ağrı ve ağlayan iki bebek arasında geçiyordu. Ama anlatacak gücüm yoktu. Susmayı seçtim.
Eleştiriler arttı. Ev, yemek, temizlik…
“Ben çalışıyorum, sen evdesin,” demeye başladı.
“Annem dört çocuk büyüttü,” dedi bir gün.
Ameliyat yerim hâlâ ağrıyordu. Uykusuzluktan tükenmiştim. Ama bunlar onun için bahane gibiydi.
Bir gece söylediği söz ise içimde bir şeyleri kırdı:
“Eğer bunu kaldıramıyorsan, belki ikizlere hazır değildin.” O gece karar verdim
Eğer evde bebek bakmanın “kolay” olduğunu düşünüyorsa, bunu yaşaması gerekiyordu.
Bir günlüğüne işten izin almasını istedim. Sözde bir kontrolüm vardı. “Evde bir gün geçirmek tatil gibi olur,” dedi. Gülümsedim.
O gün için her şeyi hazırladım. Mamalar, bezler, kıyafetler… Bahane kalmasın diye. Ve evden çıktım.
İlk saatler sakindi. Sonra ağlamalar başladı.
Yanlış ısıtılan mama, beceriksiz bez değiştirmeler, kusmalar, bitmeyen ağlamalar… Ev kısa sürede savaş alanına döndü. Öğlene doğru tükenmişti.
“Bunu her gün nasıl yapıyor?” dediğini duydum.
Akşam eve döndüğümde Fuat bitmişti. Üstü başı kirli, gözleri kızarmıştı. Beni görünce ellerimi tuttu.
“Özür dilerim,” dedi. “Hiç böyle olduğunu bilmiyordum. Bir gün bile dayanamadım.”
Sakin bir sesle cevap verdim:
“Bu benim her günüm.”