Annemin, “kızım hiç değilse rahat edersin” sözleri kulaklarımda çınladı. Zeynep Hanım bir adım daha yaklaştı. “Gidecek yerim yok,” dedi. “Bu köyde herkes beni onun karısı bilir. Şimdi sen geldin, gençsin, güzelsin… Kader buymuş demekten başka elimden ne gelir ki? Ama bil istedim, ben bu evde nefretle değil, sabırla kalacağım. Sana da kötü bir gözle bakmam. Sadece… beni anla.” O an boğazım düğümlendi. “Ben seni incitmek istemedim,” diyebildim zorla. “Biliyorum kızım,” dedi. “Kader bazen insanın önüne yol koyar, o da yürümek zorunda kalır.” Sonra sustuk. Kandilin ışığı ikimizin gölgesini duvara vuruyordu. O gölgelerde ben gençliğimi, onda da yılların emeğini gördüm. Kapıya yöneldi, çıkmadan önce bir kez daha bana baktı. “Allah yardımcın olsun Şerife. İyi kızsın sen, bunu anladım.” dedi ve gitti. Kapı kapandığında içimde garip bir sessizlik kaldı. Gelin odasında yalnızdım, ama sanki bir ömürlük yük kalmıştı üstüme. O an anladım ki, bazen evlilik bir mutluluk değil, iki kadının sessizce paylaştığı bir kaderdi.