— Ben… — Timur boğuk bir şekilde yutkundu. — Rania’yı arıyorum. Burası onun evi mi?
Kadın bakışlarını yere indirdi.
— Eskiden buradaydı. Bir sene evvelce vefat etti. Siz Timur musunuz?
Timur kafasını salladı; sesi çıkmıyordu.
— Ben Sabina, sizin torununuz. Saide’nin kızı. Annem de iki sene evvelce vefat etti, babaanneniz son ana kadar sizi bekledi. Her akşam kapıya çıkardı. Dediği gibi: “Oğlum gelecek.”
Sabina cebinden özenle katlanmış bir kağıt çıkardı.
— Size bunu bırakmış, — dedi. — Yastığının altına koymuş. “Benim Timur’uma, bir şekilde geri dönerse.”
Titreyen elleriyle mektubu aldı ve açtı.
“Oğlum. O gün seni durduramadığım amacıyla beni affet. Seni daha sıkı saramadığım amacıyla affet. Her gün senin amacıyla dua ettim. Seni seviyorum. Seni bekliyorum. Anne.”
Timur yere çöktü. Gurur, kibir, hepsi yok olmuştu; yalnızca bir oğulun hasreti, pişmanlığı ve annesinin sevgisi kalmıştı. Bir anda geçmişin yükü omuzlarından düştü. Gözlerinden yaşlar süzülürken, kalbi senelerdır unuttuğu ısısı tekrar hissetti.
O gün Timur, yalnızca annesini kaybettiğini değil, aynı vakitte senelerdır ertelediği hasreti, pişmanlığı ve sevgiyi de kabul etmişti. Artık geçmişle barışmıştı; ruhu köyde kalmış olsa da, kalbi tekrar evine dönmüştü.