Hasan Bey, sakinleşen ortamda bastonunu düzeltti. “Kerem Bey,” dedi müdüre dönerek. “Ben torunuma düğün hediyesi olarak şu aracı almaya gelmiştim. Nakit alacağım. Ama senin bu elemanın beni kapı dışarı etmekten beter etti. İnsanları kılığıyla kıyafetiyle yargılamak, böyle köklü bir markanın kurumsal kimliğinde mi var?”
Müdür Kerem, utancından yerin dibine girmek istiyordu. “Hasan Bey, çok özür dileriz. Büyük bir terbiyesizlik, büyük bir yanlış anlaşılma. Lütfen odama geçelim, kahvemizi içelim. Ben bizzat ilgileneceğim.”
Hasan Bey, hala ayakta titreyen Selim’e döndü. Selim başını yerden kaldıramıyordu, yüzü kıpkırmızıydı.
“Evlat,” dedi Hasan Bey. “O ayakkabımdaki çamur var ya... O çamur sayesinde bu arabalar alınıyor, o binalar dikiliyor. Bir daha sakın kimseyi dış görünüşüyle yargılama. Şimdi çekil önümden.”
Hasan Bey, müdürle birlikte odaya doğru yürürken, Selim olduğu yere çakılıp kalmıştı. Az önce “dolmuş parası” sorduğu adamın, dakikalar içinde 25 milyon liralık aracı tek bir imzayla satın alışını izlemek zorundaydı. İşlemler bittiğinde Hasan Bey bayiden çıkarken, bütün personel kapıya dizilmiş, saygıyla onu uğurluyordu. Selim ise arka ofiste, muhtemelen işine son verileceği toplantıyı beklerken, camdan Hasan Bey’in o eski, çamurlu ayakkabılarıyla yürüyüp gidişini izliyordu.