Benim adım Halil. 78 yaşındayım.
Benim adım Halil. 78 yaşındayım. Şu an bir huzurevinde kalıyorum. Buraya kendi isteğimle gelmedim. İki çocuğum var: Serkan ve Zeynep. İkisi de hayatta, ikisi de beni biliyor ama uzun zamandır ne arayan var ne soran.
Eşim vefat ettikten sonra bir süre tek başıma yaşadım. İlk zamanlar idare ediyordum. Sabahları erkenden kalkar, çayımı koyar, balkona çıkar sokağı izlerdim. Komşularla selamlaşırdım. Gün içinde ufak tefek işlerimi kendim görürdüm. “Ben hâlâ ayaktayım” diyordum içimden.
Sonra dizlerim tutmamaya başladı. Bir gün banyoda ayağım kaydı, düştüm. Saatlerce yerde kaldım. Kimse duymadı. O an insanın aklına çok şey geliyor. Ölüm bile değil, unutulmak korkutuyor.
Hastaneden çıktığım gün çocuklar geldi. Aralarında konuşmuşlardı. Bana “Baba, burada senin için daha iyi olur” dediler. Çok da tartışmadım. Çünkü karar çoktan verilmişti. Birkaç eşya koydular bir çantaya, beni huzurevine getirdiler. “Alışınca seni alırız” dediler. O gün bugündür buradayım.
İlk haftalar bekledim. Her gün kapı sesi dinledim. “Bugün gelirler” dedim. Önce haftada bire düştü. Sonra ayda bire. Sonra sadece bayramlarda. Şimdi takvim tutmuyorum artık. Çünkü beklemek insanı yaşlandırıyor.
Telefonum var. Masanın üzerinde duruyor. Çalmıyor. Ararsam açıyorlar ama konuşmalar kısa. “İyiyim baba”, “Sonra konuşalım”, “Çok yoğunum”… Hep aynı cümleler.
Burada günler birbirine benziyor. Sabah kahvaltı, öğle yemek, akşam televizyon. Bazı geceler uyuyamıyorum. Koridordan geçen ayak seslerini dinliyorum. Buradaki insanların çoğunun hikâyesi aynı. Evlat. Kimisinin hiç gelmiyor, kimisinin yılda bir. Ben artık kapıya bakmamayı öğrendim.
Şunu bilmiyorlar. Ben buraya gelmeden önce her şeyi düşündüm. Hayatım boyunca biriktirdiğim üç beş kuruş var. Ev satıldı, para duruyor. Kimseye söylemedim. Çünkü merak ettiklerinde değil, gerçekten özlediklerinde bilsinler istedim.
Buradayken bilerek sessiz kaldım. Aramadım, sormadım. Bayramlarda telefonun başında oturdum ama ilk adımı hep onlardan bekledim. Bazen bilerek hastalandığımı söyledim, bazen çok iyi olduğumu. Tepkilerine baktım. Çoğu zaman “Geçmiş olsun baba” deyip kapattılar. Gelmeyi hiç teklif etmediler.
Bir gün huzurevinde görevliye rica ettim, Serkan’ı aradık. Telefon çaldı, açtı. Sesimi duyunca duraksadı. “Baba, şu sıralar çok yoğunum” dedi. Ne zaman müsait olacağını sormadım. Zaten cevabı belliydi.
Zeynep’e mesaj attım. İki gün sonra döndü. “Kusura bakma baba, görmedim” dedi. O an içimde bir şey koptu. İnsan beklerken yoruluyor ama beklemeyi bıraktığında gerçeği görüyor.
Aradan birkaç hafta geçti. Bir sabah görevli odama geldi. “Halil amca, ziyaretçin var” dedi. Kimseyi beklemiyordum. Kapıya baktım. İçeri giren Zeynep’ti. Elinde ne çiçek vardı ne hediye. Gözleri doluydu.
Yanıma oturdu. “Baba, geç kaldım” dedi. İlk defa bahanesiz konuştu. Ne iş anlattı ne yoğunluk. Elimi tuttu. O gün uzun süre yanımda kaldı. Konuşmadan da oturduk. Sessizlik bile iyiydi.
Ertesi gün yine geldi. Sonra yine… Bana para sormadı. Mirası hiç açmadı. Sadece “Burada seni yalnız bıraktık” dedi.
Serkan hiç gelmedi. Ne aradı, ne sordu.
Aylar sonra kararımı verdim. Noteri çağırdım. Kimseye haber vermedim. Defteri kapattım. İçim rahattı çünkü sınav bitmişti.Devamı sonrki syfada..